Ana içeriğe atla

A MİLLİ TAKIM



Türk sporunun ilk teşkilatı olan Türk İdman Cemiyetleri İttifakı'nın kurulmasının ardından Yusuf Ziya Öniş başkanlığında ilk Türk Futbol Federasyonu 1923 yılında Şehzadebaşı'ndaki Letafet Apartmanı salonunda yapılan toplantıda 'Futbol Hey'et-i Müttehidesi' adıyla kurulmuştur. Ardından FIFA'ya başvurulmuş ve Türkiye 21 Mayıs 1923 tarihinde FIFA'nın 26. üyesi olmuştur.

FIFA üyesi Türkiye, ilk milli maçını Cumhuriyetin ilanından üç gün önce oynadı. 26 Ekim 1923 tarihinde İstanbul Taksim Stadı'nda Romanya'yla oynanan bu maç 2-2 sonuçlandı.

Romanya karşısında 1-0 mağlup duruma düşen Millilerimiz, Zeki Rıza Sporel'in 32 ve 50'inci dakikalarda attığı iki golle öne geçmeyi başardı. Romanya'nın ikinci golüyle maç 2-2 berabere biten maçta Romanya'ya 2 gol atan Zeki Rıza Sporel, A Milli Takım'ın ilk golünü atarak tarihe geçti.

Milli Takım, 17 Haziran 1924'te oynadıkları Finlandiya maçında ilk galibiyeti elde etti. Helsinki'de Helsingfors Stadı'nda oynanan maçta Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel, 4 golüyle Finlandiya ağlarını havalandırarak adını altın harflerle tarihe yazdırdı.

Ardından gelen dönemde Milli Takım'ı 1924 Paris Olimpiyatları'na hazırlaması için İskoçya'dan Billy Hunter getirtilmiştir. Hunter, Türk futbolculara çağdaş futbolu tanıtan ve sistemli bir şekilde çalıştıran ilk teknik adam olmuştur. Yine 1924 Paris Olimpiyatları'nda Çekoslovakya'yla oynanan ve 5-2 kaybedilen maç, kayıtlara Milli Takım'ın yurt dışındaki ilk maçı olarak geçmiştir.




Bir sonraki dönem, Türk futbolunun gelişmesinin devamı diye özetlenebilir. 1952'de profesyonelliğin kabulü, 1954'te Milli Takım'ın İsviçre'de düzenlenen Dünya Kupası'na ilk kez katılması, yine bu dönemde bazı Türk oyuncuların yurt dışında top koşturması önemli gelişmelerdir.

Türk Milli Takımı aslında 1950 yılında, tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerinde mücadele etme hakkını kazanır. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, tam 12 yıl sonra Dünya Kupası'nın yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. Finaller, savaştan yeni çıkan Avrupa'da değil, sırası gelen Amerika kıtasında oynanacaktır. FIFA, bu konuda fazla düşünmez ve Dünya Kupası finallerini düzenlemek için can atan Brezilya'da karar kılar. Ancak bu karar Türkiye için ciddi bir darbe olmuştur. Çünkü elemelerde Suriye'yi 7-0 gibi ezici bir üstünlükle mağlup eden Milli Takımımız, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle dünyanın öbür ucundaki Brezilya'ya gidemeyecektir.

Yine de Dünya Kupası hasretimiz çok uzun sürmez. 1954 Dünya Kupası finalleri İsviçre'de oynanacaktır. Milli Takımımız elemelerde İspanya ile eşleşir. Bütün dünya gibi İsviçreliler de İspanya'nın finallere katılacağına o kadar inanmıştır ki, hatıra eşyalarına İspanyol bayraklarını bile işlettirmiştir. Milli Takımımız, Madrid'de oynanan ilk maçı 4-1 kaybettiğinde hiç kimse şaşırmaz zaten. Ama bu işin bir de İstanbul'u vardır. Ay-yıldızlı on birimiz, rövanş maçını 1-0 kazanır. O dönemlerde averaj kuralı uygulanmamaktadır. İsviçre'deki finallere gidecek takımı belirlemek için tarafsız sahada üçüncü bir maçın daha oynanması gerekmektedir. Tarafsız saha ise İtalya'nın başkenti Roma'dır. 90 dakikanın sonunda skor tabelasına 2-2'lik sonuç asılmıştır. Dönemin statüsünde uzatmalar ya da penaltılar yoktur. İsviçre biletini alacak takımı kura atışı belirleyecektir. Atışı yapacak kişi ise maç sırasında top toplayıcı olarak görev yapan bir İtalyan çocuğudur. Maçtan önce Türk futbol tarihine geçeceğinden habersiz olan Franco isimli çocuk, hakemin ve kaptanların yanına gelir. Kaptanımız Turgay Şeren "Yazı" demiştir. Franco'nun parayı havaya fırlatmasıyla küçük metal parçasının yere düşmesi arasında geçen süre sanki bir asır gibidir. Meraklı gözler paranın üzerine eğildiğinde, yazı bölümünün Milli Takımımıza İsviçre yolunu işaret ettiğini görür. Türkiye, tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerindedir.

Ancak finallerdeki performansımız umulanın çok gerisindedir. İlk rakibimiz Federal Almanya karşısında 2. dakikada Suat Mamat'ın attığı golle 1-0 öne geçsek de 14. dakikada Schaefer, 52. dakikada Klodt, 60. dakikada O.Walter ve 81. dakikada Morlock'un gollerine engel olamayarak sahadan 4-1'lik yenilgiyle ayrılırız. İkinci maçtaki rakibimiz zayıf Güney Kore'dir. Suat'ın 10 ve 30, Lefter'in 24, Burhan'ın 37, 64 ve 70, Erol'un da 76. dakikada attığı gollerle Güney Kore'yi sahaya çıktığına pişman ederiz: 7-0. Bu arada Almanlar Macaristan'a yenilmiş ve bir kez daha rakibimiz olmuştur. Ancak Milli Takımımız Almanlar karşısında ilk karşılaşmadaki kadar bile direnç gösteremez. 22. dakikada Mustafa ve 82. dakikada Lefter'le bulduğumuz gollere 7. dakikada O.Walter, 12 ve 79. dakikalarda Schafer, 31, 60 ve 71. dakikalarda Morlock, 62. dakikada da F.Walter'le karşılık veren Almanlar maçı 7-2 kazanıp ümitlerimizi sona erdirir.

Milli Takım Tarihine adını altın harflerle yazdıran bir diğer isim de Lefter Küçükandonyadis oldu. Milli Takım formasını giydiği 50 maçta 20 gol atarak tarihe geçti ve Futbol Federasyonu'nun "Altın Şeref Madalyası"nı alan ilk futbolcu oldu.

DURGUN YILLAR

Daha sonraki yıllardaki gelişmelere baktığımızda, Türk milli takım ve kulüplerinin dünya çapında çok az başarıları olduğunu görüyoruz. Türkiye uzun zamanlar dünya sıralama listelerinin alt kademelerinde yer almış. 1960'lı,1970'li ve 1980'li yıllarda başarılı olamayan Türk takımı, 1980'lerde tarihinin en farklı üç yenilgisinden ikisini 8-0'lık sonuçla İngiltere karşısında almıştır.



1996 yılında A Milli Takım bir ilki başararak İngiltere'de düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası Finalleri'ne katılmaya hak kazanmıştır.

Fatih Terim yönetiminde 1991'de Akdeniz Oyunları'nda finale çıkan genç jenerasyon, Türk Futbol Tarihi'nde milat olmuştur. Fatih Terim, Sepp Piontek'in yerine Milli Takım'ın başına geçtiğinde, 1991'den itibaren bir araya getirdiği bu jenerasyonla tarihi bir başarıya imza atmıştır.

Milli Takımımız, 1996 Avrupa Şampiyonası elemelerinde İsviçre, İsveç, Macaristan ve İzlanda ile birlikte 3.Grup'ta yer almıştır. Milli Takımımız 8 maçı 4 galibiyet, 3 beraberlik ve 1 yenilgiyle İsviçre'nin ardından ikinci sırada tamammış ve İsveç'i ardından bırakıp o günkü statüye göre 'en iyi ikinciler' arasında yer alarak İngiltere'deki finallerin yolunu tutmuştur.

Ancak finaller Milli Takımımız ve ülkemiz için bir hayal kırıklığı olur. Milli Takımımız, oynadığı futbolun karşılığını alamaz. Nottingham'daki ilk iki maçta Hırvatistan ve Portekiz'e 1-0, Sheffield'daki son karşılaşmada ise Danimarka'ya 3-0 yenilen millilerimiz, grubu gol atamadan, puan alamadan tamamlayarak elenir. Fakat büyük finallere katılmanın yolu da artık açılmıştır.

Milli Takımımız, 1998 Dünya Kupası'na gitme şansını son maçlarda kaybetti. A Milli Futbol Takımız Kupa elemelerinde 7. Grupta Hollanda, Belçika, Galler ve San Marino ile eşleşti. Farklı kazandığı San Marino (7-0 ve 0-5), Galler (6-4), Hollanda (1-0) maçlarına rağmen eleme grubunu Hollanda ve Belçika'nın ardından 3. tamamlayarak Kupa'ya veda etti.


Türk futbolunun zirve yaptığı tarih 2002'nin yaz mevsimidir. Ancak bu tarihin yaklaşık 2 yıl öncesine gidip Japonya ve Güney Kore'nin ortaklaşa düzenleyeceği Dünya Kupası'nın elemelerinden başlamak gerekir maceraya. Milli Takımımız, Avrupa elemelerinin 4.Grubu'nda İsveç, Slovakya, Makedonya, Moldova ve Azerbaycan'la mücadele etmiştir. 10 maçın sonunda alınan 6 galibiyet, 3 beraberlik ve 1 yenilgi, İsveç'i geçmeye yetmez. İstanbul'da İsveç'le oynanan maç 2-1 kaybedilince Kuzeyliler grup birincisi olarak Uzakdoğu'nun yolunu tutar, bize de Avusturya ile baraj maçı oynamak kalır.

Şenol Güneş yönetimindeki Milli Takımımız da ilk ciddi patlamasını işte bu baraj maçlarında yapmıştır. Viyana'da oynanan ilk maçı Okan'ın golüyle 1-0 kazanarak Türkiye'ye avantajlı bir skorla dönen ay-yıldızlı ekibimiz, Ali Sami Yen Stadı'ndaki rövanşa bu rahatlıkla çıkar ve tarihi bir skorla galip gelerek tarihi bir sonuç elde eder. Milli Takımımıza 5-0'lık galibiyetin yanı sıra tam 48 yıllık aradan sonra Dünya Kupası finallerine katılma hakkını da getirmiştir. Ama tarihin yazacağı gerçek zafer için biraz daha beklemek gerekmektedir.

Finallerde C Grubu'nda Brezilya, Kosta Rika ve Çin'le birlikte yer alan Milli Takımımızın ilk rakibi, turnuvanın sonunda kupayı kaldıracak olan Brezilya'dır. Ulsan'da 3 Haziran'da oynanan maçta Milli Takımımız, sahadan 2-1'lik yenilgiyle ayrılır.

9 Haziran'daki rakibimiz Kosta Rika'dır ve maç Incheon'da oynanmaktadır. Milli Takımımız, 1-1'lik sonuca razı olur. Artık her şey Çin'le oynanacak son maça kalmıştır. Üstelik averaj hesaplarının yapıldığı grupta Brezilya'nın da Kosta Rika'yı farklı bir skorla yenmesi gerekmektedir. 13 Haziran'da Seul'de Çin'i 3-0 yenen Milli Takımımız, Brezilya'nın da Kosta Rika'yı 5-2 mağlup etmesiyle, averajla da olsa bir üst tura yükselmeyi başarır.

İkinci turdaki rakibimiz, evsahibi takımlardan Japonya'dır. Milli Takımımız, Japonya'yı 1-0 yenerek çeyrek finalin kapısını açmıştır.

Yeni rakibimiz Senegal, Fransa'yı yenmiş, Danimarka ile Uruguay'ın da bulunduğu gruptan ikinci sırada çıktıktan sonra İsveç'i elemiş sürpriz bir ekiptir. Milli Takımımız, Osaka'da son derece keyifli ve heyecanlı bir 90 dakikanın golsüz sona ermesinin ardından uzatmaya giden karşılaşmayı 1-0 kazanır. Türkiye yarı finaldedir artık ve rakibimiz grup maçında 2-1 yenildiğimiz Brezilya'dır.

Millilerimiz 26 Haziran'da Saitama'da sambacılarla başabaş bir futbol oynamasına rağmen Brezilya'nın golüne engel olamaz ve final şansını kaybeder. Yeni hedef dünya üçüncülüğüdür bundan böyle. Ve rakip de bir başka evsahibi Güney Kore'dir.

Japonya'dan Güney Kore'ye dönen Milli Takımımız, 29 Haziran'da Deagu'da Güney Kore'nin karşısına çıkar. Tribünler tamamen evsahibi takım taraftarlarının işgalindedir doğal olarak. Dünya Kupası tarihi zevksiz ve keyifsiz üçüncülük maçlarıyla doludur ama bu kez öyle olmayacaktır. Bir takımın ev sahibi, diğerinin ise başarıya bu denli aç oluşu ortaya final gibi bir müsabaka çıkartır. Milli Takımımız, 3-2'lik skor üstünlüğü ile dünya üçüncülüğünü kazanır.

Ama Türkiye Uzakdoğu'da sadece dünya üçüncülüğünü elde etmekle kalmaz. Deagu'da, kendi evinde kaybetmenin üzüntüsüyle göz yaşlarına boğulan Güney Korelilerin ellerinden tutup tribünleri hep birlikte selamlayan ve kazandıkları zaferi paylaşma büyüklüğünü gösteren futbolcularımız, Fair Play ödülünün de sahibi olmuştur.


2004 Avrupa Şampiyonası ve 2006 Dünya Kupası finallerine katılma şansını kaybeden Türkiye, 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi yeni bir sayfa açmıştır. Artık Türk vatandaşı olan yabancı futbolcuların önünde Türk Milli Takımı'nda oynama şansı bulunmaktadır. Bunun ilk örneği ise Fenerbahçe'nin Brezilyalı futbolcusu Marco Aurelio olmuştur. Türk vatandaşlığına geçerek Mehmet ismini alan Aurelio, Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim tarafından ilk olarak Lüksemburg'la oynanan hazırlık maçında kadroya alınmıştır.

2008 Avrupa Şampiyonası finallerine katılmayı ana hedef olarak seçen Türk Milli Takımı, bu amaç doğrultusunda çalışmalarını ve iddiasını sürdürmektedir. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde C Grubu'nda Yunanistan, Norveç, B. Hersek, Macaristan, Malta ve Moldova ile eşleşen Türkiye A Milli Futbol Takımı aldığı başarılı sonuçlarla grubu Yunanistan'ın arkasından ikinci sırada tamamlayarak, Avusturya ve İsviçre'de ortak düzenlenen EURO 2008 finallerine katılmaya hak kazandı.

EURO 2008'DE DESTAN YAZILDI

Skorun dışında başka güzellikler de arar futbol âşıkları. İstatistikler her zaman şampiyon olanı yazar ama gönüller de farklı bir zabıt tutar. 1954'ün Macaristan'ı 1982'nin Cezayir'i, 1988'in SSCB'si, 1990'ın Kamerun'u ya da tüm zamanların İspanya'sı, Hollanda'sı gibi. Onların hikâyeleri unutulmaz. İşte bu kupanın da bir öyküsünü yazacaksak eğer, o metnin altında en kabarık imzalardan biri Türkiye'ninki olacak. Türkiye bu turnuvada herkese yeni bir ufuk çizdi. Topun yuvarlaklığını, oyunun güzelliği ve belirlenemezliğini, bitti denildiği anlarda bile umuda vakit ayırmak gerektiğini öyle güzel anlattılar ki bize, sadece Türkiye değil, dünyanın bütün futbol severleri alkışladı onları.



Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası… Futbolun festivalleridir bunlar. Bir ay boyunca neredeyse bir ayin gibi futbol severlerin başı döner, yüreği ferahlar, futbol açlığı törpülenir. Büyük takımlar, enfes maçlar, olmadık işler, dram, gözyaşı ve sonsuz heyecan… Futbolu seviyorsak böyle güzel mevsimler içindir.

Ama asıl güzelliği başka bir yerde saklıdır bu tip turnuvaların. Sadece favorilerle peynir gemisi yürümez. Başka güzellikler de arar futbol âşıkları. Beklemediği yerden gelen soruları sever, gidiş yoluna puan verir, kanaat notu dağıtır durur. Evet, istatistikler her zaman şampiyon olanı yazar. Ama gönüller de farklı bir zabıt tutar. Çünkü şampiyon olan takım her zaman gönülleri fetheden değildir ve futbol severler masal yazan takımları hiç unutmaz. Kazansalar da, kaybetseler de…

1954'ü Almanya kazanmış olabilir, kimse o Macaristan'ı unutmaz. 1988'in yakışıklısı evet Hollanda'dır, ama SSCB'siz o turnuva çorak kalmaz mı? 1982 Dünya Kupası'nı izleyenler finalist Federal Almanya'dan ziyade Cezayir'e sempati duyar. 1990'da Kamerun'un yeri ayrıdır. 1996'da evinde kaybeden İngiltere olmasa o turnuva çekilir miydi? Evet, İspanya ve Hollanda genelde kupa alamazlar, ama yakışıklı oynarlar. Nijerya, Güney Kore, Danimarka… Onların hikâyeleri unutulmaz. Çünkü oyun sadece kazananı öne çıkarmaz, gidiş yolu önemlidir.

İşte bu kupanın da bir öyküsünü yazacaksak eğer, o metnin altında en kabarık imzalardan biri Türkiye'ninki olacak. 2004'te kupaya egemen olan savunma taktikleri futbolun geleceğini karartırken, Türkiye bu turnuvada herkese yeni bir ufuk çizdi. Topun yuvarlaklığını, oyunun güzelliği ve belirlenemezliğini, bitti denildiği anlarda bile umuda vakit ayırmak gerektiğini öyle güzel anlattılar ki bize, sadece Türkiye değil, dünyanın bütün futbol severleri alkışladı onları. Geri dönüşler, dramlar, hüzünler, yeni başlangıçlar… Hepsi vardı maçlarımızda. İzlemeye değerdi, değdi de.
KAYNAKÇA: http://www.tff.org

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

istanbul Başakşehir Futbol Kulübü

İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü veya sponsorluk anlaşması gereğince Medipol Başakşehir   Futbol  Kulübü 1990 yılında dönemin   istanbul belediye başkanı nurettin   sözen tarafından kurulan ve 2014 yılının Haziran ayına kadar   istanbul büyükşehir belediyespor bünyesinde faaliyet göstermesinin ardından, 4 Haziran 2014 tarihinde belediye bünyesinden ayrılıp faaliyetlerine futbol kulübü olarak devam etme kararı alarak ismini İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü olarak değiştiren futbol kulübü. Kulüp maçlarını İstanbul'un Başakşehir ilçesinde yer alan Başakşehir Fatih Terim Stadyumu 'nda oynamaktadır. Şu anki teknik direktörü Abdullah Avcı'dır. Kuruluş İstanbul Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü Derneği, 1990 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafından kuruldu. 28 Kasım 1990'da Amatör liglerde mücadele eden İSKİspor ,  İETTspor ve  İtfaiyespor , İBB Spor Kulübüne katılma kararı aldılar. 18 Mayıs 1991'de Manisa Köy Hizmet

Sakaryaspor

SAKARYASPOR KULÜBÜNÜN KURULUŞ HİKAYESİ, ŞEHRİN 1900'LÜ YILLARIN BAŞINDA BAŞLAYIP, ZAMAN İÇİNDE OLGUNLAŞAN KÖKLÜ FUTBOL GEÇMİŞİNİN, BİR POTADA HARMANLANDIĞI, ŞEHRİN TÜM FARKLI FUTBOL DEĞERLERİNİN GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRME İRADESİ GÖSTERDİĞİ 1965 YILINDA BAŞLAR. DÖNEMİN GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞININ, OLUŞTURMAK İSTEDİĞİ TÜRKİYE II. MİLLİ FUTBOL LİGİ PROJESİ VE BUNUN İLE İLGİLİ OLARAK ŞEHRİN ÖNDE GELENLERİNİN GİRİŞİM YAPMASINI TALEP ETMESİ, KURULUŞUN MİHENK TAŞIDIR. DÖNEMİN FUTBOL FEDERASYONU BAŞKANI ORHAN ŞEREF APAK 'IN GİRİŞİMLERİ VE O DÖNEM ADAPAZARI ŞEKERSPOR KALECİLİĞİNİ YAPAN FİKRET ALDİNÇ 'İN SAKARYA ŞEHRİNİN FUTBOL BİRİKİMİNE KEFİL OLMASI İLE SÜREÇ RESMEN BAŞLAMIŞTIR. 10 MAYIS 1965 TARİHİNDE SAKARYA'DA BULUNAN KÖKLÜ TAKIMLARDAN İDMAN YURDU BAŞKANI AV.ALİ NECDET GÜVEN , GÜNEŞSPOR KULÜP BAŞKANI ETHEM BORAN , GENÇLER BİRLİĞİ KULÜP BAŞKANI ŞEVKET BAŞAK , ADA GENLİK KULÜBÜ 2.BAŞKANI HAMDİ UZEL VE BERABERİNDEKİ YÖNETİCİLER BİR ARAYA GELEREK, ŞEHRİN TÜM DİNAMİKLERİNİ V

Vefa SK

Vefa Spor Kulübü, 1908’de İstanbul‘da kurulan bir spor kulübüdür. Kuruluşu ve ilk yılları 2. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Vefa semtinde Zeki Baban tarafından “ Vefa Mürbi-i Beden ”, Vefa İdadisi ’nde de Saim Turgut Aktansel Bey tarafından kurulan “Vefa”, Fatih’te de Mebuszade Hamid, Tevfik Kut ve Kemal Şirvan Beyler tarafından kurulan “ Mukavvi-i Beden ” adlı üç kulüp ortaya çıkmıştı. Ayrıca Edirnekapı yöresinde de Sudi Cavit, Dokuz Hayri Rasim ve Arif Beyler tarafından kurulan“ Edirnekapı Futbol Kulübü ” vardı. Bu kulüpleri kuranların tümü Vefa İdadisi öğrencisiydiler. Saim Turgut Bey’in aracılığıyla bu kulüpler birleşip “ Vefa Terbiye-i Bedeniyye Kulübü ”nü, yani günümüzün Vefa Spor Kulübü’nü oluşturdular. Yeşil-Beyaz renkler altında kurulan kulüp kısa zamanda büyük varlık göstermiş ve İstanbul’un belli başlı kulüplerinden biri halini almıştır. Vefa Lisesi gençliğini spora yönlendirmek, böylece bedenen ve ahlaken sağlıklı nesiller olarak yetişmelerini sağlamak ama